Berkin olursun, 14’ünde şakağında gaz kapsülü patlar, ölürsün.
Eren olursun, aşağılık, hain bir kurşun gelir, ölürsün.
Dünyanın bir ucundan senin yaşadığın yerlere musallat olmaya gelirler, öyle bir ölürsün ki, ardından “hey onbeşli” diye, “Çanakkale içinde vurdular beni” diye türküler yakılır; ama sen bir kere bile dinleyememişsindir, çünkü ölmüşsündür.
Yavrunu beklerken tepene bir araba çıkar, ölürsün.
Okursun, adam olursun, profesör olursun, Beyoğlu’nda çay içeyim sevdanda kafana kiremit düşer, ölürsün.
Herkesin iyiliği için kitaplar, sayfalar, gazeteler, dergiler dolusu yazarsın, bir şerefsizin arabana koyduğu kalleşlik patlar, ölürsün.
Hayatın en mi en güzellikleri için çarparken, kendi kalbin sana ihanet eder; ölürsün.
“Torunlarımı okşayacağım daha” düşü kurarken, kendi hücren seni yemeye başlar, kanser olur ölürsün.
Mustafa’dır adın mesela… bulduğun iş ancak o olduğu için, hiç düşmanlığın olmayan çocukları kovalama emri alır, geçitten düşer ölürsün.
17 yaşındasındır, bir.”olağanüstü” (!?) dönemde anlı şanlı (!) paşaların emriyle kemiklerine bakılır, emirle yaşın 18’e çıkarılır, asılırsın; ölürsün.
Anandan doğduysan, emin olacağın tek şey vardır… bir gün mutlaka ama mutlaka ölürsün.
Bu anlamsız gerekçe listesini sonsuzca uzatabilirsin ama hepsinin sonunda ölürsün.
O zaman;
Henüz bunlardan ya da burada sayılamamış herhangi bir nedenden, henüz ölmediysen, sana tek sorumluluk kalıyor…
Yaşa… dilediğince, gönlünce, mutlu olacağın gibi…
Zorlama yaşarken ölmek için.
Bir gün nasılsa ölürsün.
Keşke insanlar ölümlü olduklarının ayırdına varabilseler, hayat çok daha basit olurdu…
Yapmadıklarından pişmanlık duyarmış insan, ömür bittiğinde..