Çok büyük bir istekle alıp, bir kenarda bıraktığın bir eşyan oldu mu?
Okumak üzere alınıp unutulmuş bir kitap örneğin. Ya da ne bileyim, güzel bir günde giymek üzere alınmış, dolaptan çıkmamış bir elbise…
Yaşam boyu insanlara da yapıyoruz aynı şeyi. İş yerinde, aşk hayatında, ailede, okulda, çevrene bir bak Çok göreceksin onlardan.
Süslü ve sağlam ciltleri ile içlerinde 1. hamur kuşe kağıdından pırıl pırıl tertemiz yüzlerce sayfası olan defterler gibidirler. Yazmak istersen, en güzel öyküleri, masalları, gerçekleri romanlar boyutunda taşıyabilirler içlerinde. İlham verirler, desteklerler yazanı, yazarla birlikte yazarlar hatta. Yaz(ş)arken de mutlu ederler, dönüp yeniden okuduğun anı olduklarında da. Sen yararlanmayı bilirsen, en güzel üretimleri üstlerinde taşıyacak kadar sağlamdırlar. Sayfaları öyle kolay yıpranıp yırtılmaz.
Ama unutulmuş ya da öylesine koyulmuş, durular bir kütüphane rafında. Hem de bir gün en güzel öykünün yazılması için temiz bir şekilde emanet edilmiş olarak da değil. Bir iki yaprağına anlamsız karalamalar yapılmış, daha kötüsü üç, beş satır pazar listesi yapılmış ve bırakılmış halde. Hoyratlıktan. Değer bilmezlikten. Ya da belki yazacak cesareti bulamamaktan. “Ya istediğim kadar güzel olmazsa? Dahası, başkaları beğenmezse?” korkuları ile içinden geçen en güzel sözleri sayfalarına dökemediğin için. Bazen de başkaları, zorbalar, o defterle en güzel öyküleri yazacak olanları engellemek için zorla rafta tutulmasını sağlarlar; hırslarından, nefretlerinden, korkularından.
Bak çevrene. Kaç defteri bir – iki karalama ile unuttun ya da yazmaktan ve kendi yazacaklarını okumaktan korktuğun için bir köşeye atıverdin? Kaç kez iş yerlerinde kendi eylemsizliğinle ye da bilinçli göz ardı edilişlerle raflara terk edildin?
Bir de şuna bak;
yaşam sana en güzel öyküleri yazacak güzel defterlerden kaç tane verdi. Bir mi… iki? Yoksa hiç denk gelemeyenlerden misin?
Müsrif olma. En güzel öyküyü yazacağın sayfalar sonsuzca ve her istediğinde çıkmıyor karşına yaşam boyu. Bulunca, derin bir nefes al, “O ne der, ben yapabilir miyim, acaba istediğim kadar güzel olur mu?” demeden tüm samimiyetinle yazmaya başla öykünü. Bugün başlarsan, bugünden son soluğuna kadar yazabilirsin. Yarın başlarsan, yazacak sayfan artık bir eksiktir. Haftaya, yedi sayfa gitmiş olacak. Belki de geciktikçe işin sonunda “Benim yazacak ne çok şeyim vardı” diyeceksin. Hani çocukken, misafirlikte, diğer ailenin çocuğuyla oynarken en güzel oyunlar tam kalkma zamanı gelince bulunur ve oynanamaz ya… Ağlasan, ayağını yere vursan ya da en şirin halinle anne – babana rica etsen de, “Yarın sabah iş var, okul var. Gitmemiz gerek artık”tır ya onun cevabı. Başın arkaya dönük, “en güzel oyunu neden en sonda bulduk?” diyen gözlerle oyun arkadaşına bakarak, elinden tutan babanın peşinde sürüklenerek, hiç istemeden gidersin ya… işte öyle.
Haydi, -bu yazıyı her nereden okuyorsan- telefonu, bilgisayarı ya da tableti bırak elinden. Onun yerine kalemi al eline. Yazmana engel olan ne varsa def et…
Ve yaz o güzelim ciltli defterine, elinden, dilinden, aklından ve yüreğinden gelen en güzel öyküyü.
Dönüp okuduğunda, en büyük keyfi ve gururu sana versin.
Yaşamını bir kütüphane rafında unutma.