Öteden beri düşünüyorum; tiyatro bölümlerine öğrenci nasıl seçilmeli? Mezuniyet tarihim eskiyip, mesleki eğitimin içinde yer işgal etmeye başlayınca bu konu üzerinde daha çok soruyla karşılaşmaya başladım. Doğal olarak her soruya verilen yanıt, düşüncelerin ve önerilerin çoğalmasını sağlıyor. Şimdi bunları derleyip arka arkaya sıralayalım ki, belki bir öneri ya da görüş halini alırlar.
Önce durumu saptamak gerekiyor;
- Biz ne yapıyoruz?
- El-cevap : Oyunculuk bölümü öğrenci adayları arasından seçme yapıyoruz.
- Peki bunu nasıl yapıyoruz?
- Bin yıldır yapıldığı gibi : “Ey adaylar, gidin, tiyatro eserlerinden parçalar seçin, gelin bize oynayın ve bizi bu mesleği yapabileceğinize ikna edina” yöntemiyle.
“Eee; bin yıldır böyle yapılıyorsa, bu kadar başarılı oyuncu bu sistemle yetiştiyse, yaptığın bu gevezeliğin anlamı ne?”, derseniz; muradımı ifade edeyim.
Bir meslek okulunun amacı nedir? O işi yapmak isteyen adaylara mesleği öğretmek. Yani, adayların o meslek üzerine yetkin beceriler göstermesini beklemek -en basit ifadeyle- haksızlıktır. Bizim mesleğimizdeki örneğe bakarsak, bir adayın bir tirat oynamasını beklemek, puanı yettiği için ilk sıraya tıp fakültesini yazan bir öğrenciden o anda bademcik ameliyatı yapmasını beklemek, hukuk tercih eden bir öğrenciye “bir adet örnek dava dilekçesi yaz bakayım” demek gibi bir şey. Kaldı ki, mesleki açıdan daha ciddi olumsuz etkileri de var. Bir konuda taliplerin olması, o konuda kontrollü ya da kontrolsüz bir arzın oluşmasına da neden oluyor. Kimi çok istekli de olsa daha önce hiç bu konuda çalışma olanağı bulamamış adaylar, doğal olarak kendilerine yol gösterecek birilerini arıyorlar. Bu arayışta buldukları kılavuzlar da her zaman çok isabetli olmayabiliyor. Söz konusu talep çok geniş bir arza yol açıyor; tiyatro öğrencileri, yetkin olan – olmayan meslektaşlar, kimi bazı okullardan bile daha nitelikli, kimiyse sadece kazanç hedefleyen ama içi boş kurslar, kendileri oyunculuk eğtimini hiç almadığı halde tiyatroyu çok iyi bilen (!) ve bu büyük birikimini adayların üstünde değerlendiren (!) heveskarlar ve daha niceleri.
Bütün bunlar maddi – manevi sömürüye kapı açtığı gibi, adaylarda sonra düzeltmesi çok zor hatta olanaksız kötü alışkanlıklara neden oluyor. 4 yıllık eğitim boyunca, öğrenciye mesleği öğretmek yerine, amatör çalışmalardan kalan yanlış alışkanlıkları düzeltmekle zaman kaybediliyor.
Bana “Ağabey (ya da hocam) ben sınava girmek istiyorum. Bana ne önerirsin? Kiminle ya da nerede çalışayım?” diye soranlara hep verdiğim yanıt şu oluyor:
“Güzel kardeşim, ne olur kimseyle çalışma.”
“Aaaa… ama herkes 2 yıl kurslara gidiyor. Falanca, filan ağabeyle 5 yıl çalışmış. Ya ben sınavda yanlış oynarsam…”
“Sen şu anda bu iş için adaysın değil mi?”
“Evet.”
“Neden peki?”
“Oyunculuğu öğrenmek için.”
“Yani henüz bilmiyorsun…”
“Evet.”
“Bilmediğin bir konuda 《hata》yapman söz konusu olabilir mi? Biz bu sınavda oyunculuk öğrencisi olmaya yatkın, yetenekli adaylar arıyoruz. Çok doğru ve iyi oynayan kişileri arasak, onlara sınav sonunda öğrenci kimliği değil, diploma vermemiz gerekirdi.”
“Hmmmm… haklısın ya,.. Peki ben ne yapayım?”
“Bence tek yapman gereken, bir parçanın içindeki duyguları anlayarak, bunları samimiyetle içinde yaşatabileceğini göstermek. Ötesini okulda biz öğreteceğiz zaten.”
Yukarıdaki görüşlerim içtenlikle inandığım şeylerdir. Ama ne yazık ki her geçen gün gerçekte işe yaramadığını görüyorum. Çünkü değişik okulların komisyonlarında görev alan meslektaşlarımla yaptığım sohbetlerde duyduklarım, o adaylara çok zararlı önerilerde bulunduğumu ortaya koyuyor. Örneğin; çok sevip saygı duyduğum bir meslek büyüğüm, bir adayın performansı üzerine “parçanın, karakterin iç sesi olduğunu bir tek o anlamış. Diğerleri aynı parçayı hep dışa dönük duygularla oynadı.” diyebiliyor. Oysa o parçanın iç ses olup olmadığı yoruma göre değişebileceği gibi, olsa bile adayın bunu anlayacak dramaturjik bilgiye sahip olması gerekmiyor ki. O dışa dönük duyguları gerçek ve samimi miydi, önemli olan bu. Bir başkası; “aday falan cümleyi yanlış tonladı ama…” diyor. Olabilir… diksiyon kural ve yöntemlerini bilmesini beklemiyorum ki, doğru tonlamasını bekleyeyim. Çağırır, doğru tonlamayı ondan almaya çalışırım. Soruları anlar, kulağı da duyarsa yapar. Değilse; o zaman o becerisinin olmadığına karar veririm.
Bu örnekler çoğalabilir. Sonuçta eğitimcilik, üzerine düşünülmesi gereken, yöntem ve müfredat takibi şart olan bir alan. Ve ne yazık ki, her iyi oyuncu, iyi öğretmen olmuyor. Aynı şekilde, sahnede var ol(a)mamış bir meslektaş da öğrencilere tam anlamıyla yararlı olmuyor. Bu da okullarımızın bambaşka bir yarası ve ayrı bir sohbet konusu…
Peki önerin ne, derseniz; sınav sistemini baştan aşağı değiştirmekle başlardım. Adayların parça çalışmasını istemez, birinci basamakta doğaçlama, mimik, etütler, hareket, dans, ritim, müzik kulağı gibi tüm alanlarda adayları taramadan geçirir, başarılı olanları nasıl çalışmaları gerektiğinin anlatılacağı kısa bir kursa alır, kurs sonunda hepsine kendi seçtiğimiz, onların önceden bilmediği birer parça verirdim. Böylece istenen duyguyu sahnede içtenlikle ve gerçek olarak ifade edebilip edemeyeceğine bakarım.
Gerisi okulun işidir.
Kim bilir? Belki bir gün bunları tartışıp uygulayabileceğimiz bir ortam ve kafadar meslektaşlarımla karşılaşırım. Dedim ya… belki birgün…
* * *
Yani, adayların o meslek üzerine yetkin beceriler göstermesini beklemek -en basit ifadeyle- haksızlıktır. 🙂