…insanlar, birden seçme şansını yakaladı.
Bu gerçekten bir şans mıydı peki?
Her seçim, seçmediğin şey açısından bir vazgeçiş değil miydi?
Tek kanallı, siyah – beyaz televizyon dönemi çocuklarıydık biz. Filmlerin renkli de olabileceğini ilk gördüğümde biraz da şaşkınlıkla karşılamıştım. Teyzemlerin evindeydik. Eniştem uluslararası bir ilaç firmasında çalışıyordu. İş için kullandıkları bir film makinası ile ilaçlar ve hastalıklarla ilgili tanıtım – eğitim filmleri evdeydi. Elbette, bu herkeste olmayan “Evde Sinema” şansı, içeriği ne olursa olsun, her gelenle değerlendiriliyordu. Herkes de hiç anlamadığı, belki de kendini hiç ilgilendirmeyecek hastalıklar ve ilaçlarla ilgili filmleri tüm dikkatiyle izliyordu. Cebimizdeki telefonlardan yüksek çözünürlüklü yayınlar izleyebildiğimiz bugünün çocuklarını inandırmak belki zordur ama evlerinde akşamları bir kaç saat yayın yapan siyah – beyaz televizyonundan ve plaklarından başka (evet kasetler bile henüz ortalıkta görünmüyordu) eğlencelik konforu bulunmayan insanlar için evde hem de renkli filmler izleyebilmek büyük heyecan nedeniydi.
Bir süre sonra sinemaya gitmeye başladık. Kaynanalar diye efsane bir dizi vardı. Filmi de çekilmiş. Nööri Gantar ve ailesinin “renkli” maceraları başka bir şeydi. Çocuk aklımla karar verememiştim; siyah – beyazı daha mı iyiydi ne? Yoksa sadece alışkanlık ve yadırgama mıydı?
Sonra arkadaşlarla konuşmalar başladı. Avrupa’da, Amerika’da evlerdeki televizyonlar da “renkli” imiş. Hem de, birden fazla “kanal” varmış. Aynı anda, başka başka şeyler gösteriyormuş. O zaman anlamıştım; bizim kocaman (!) siyah – beyaz “tık – tık – tık” Schaub-Lorenz televizyonun üstündeki kanal düğmeleri, Yenimahalle vericilerinden yayın kötüyse, Elmadağ vericilerinden izleyebilmek için değilmiş aslında. Elin oğlu hangi düğmeye bassa, başka şey izliyormuş.
Derken, 1969 yılında Almanların tamamen renkli yayına geçtikleri için artık kullanmadıkları aletleri alıp, bir grup genci İngiltere’ye, BBC’de eğitime gönderip yayıncı ederek televizyonla tanışan yurdumda renkli televizyonlar evlere girdi. Deneme yayınları başladığında 1982 idi yanılmıyorsam. 1984 yılında tamamen renkli yayına geçilecekti.
Tanrım! Başlangıçta nasıl da görgüsüzdük. Saatlerce renk, parlaklık ve karşıtlık düğmeleri ile oynar, “en iyi renk ayarını”(!) arar, sonunda özellikle rengi sonuna kadar açıp alaca bulaca ekrana hayranlıkla bakardık. “Tehlike Çemberi” adıyla oynayan “Hart to Hart” dizisini yıllarca siyah – beyaz izledikten sonra, karı koca Hartların mavi gözlü olduğunu anlamak mı daha şaşırtıcıydı, yoksa ekranda o mavi gözlerin renk ayarı köklendiği için kafalardan 1 cm ileride hareler olarak gitmesi mi, bilmiyorum. (Bu arada, bizim çevirmenlerimizin dizi ve filmlere kendince isim takma özgüvenini hiçbir zaman anlayamadım. Örneğin, Knight Rider’ı “Kara Şimşek”, Michael Collins’i “Özgürlüğün Bedeli” olarak yayınlama hali. “Öyle daha fiyakalı” herhalde.)
Ve gün geldi, kanal düğmelerini de amacına göre kullanmaya başladık. Artık “2. Kanal”ımız vardı. Ama asıl sorun işte burada başlıyordu. “Ne demek bu?” dersen, açıklayayım :
Yıllarca tek kanal ne yayınladıysa kaçırmadan izleyen insanlar, birden seçme şansını yakaladı. Bu gerçekten bir şans mıydı peki? Her seçim, seçmediğin şey açısından bir vazgeçiş değil miydi? Birini izlerken, öte yanda acaba neler oluyor diye içimiz içimizi yemeye başladı. Başka yaşamlar vardı. Yani başka yaşamlar yaşanması da olasıydı.
Şimdi, yereli, ulusalı, interneti, uydusu binlerce yayına ulaşabiliyoruz. Binlerce yaşam olası artık. Renklisi, siyah – beyazı, PIP (picture in picture – resim resim içinde, yani bir ekranda birden fazla yayın) olanı, reklamları, uzun metrajı, on yıllar süren dizisi, 3 bölümde biten mini dizisi… daha niceleri. Hepsi olası. Sen ne yapıyorsun? Seçemeden, akıp gidenleri mi izliyorsun, seçtim deyip bir yolda yürürken aklının seçmediğine takılı kalan bölümü sen çekiştirdikçe acıyor mu, seçip devam mı ediyorsun? Seçtiğin yerde yayın bitince, onu kapatıp, başka bir şey açabiliyor musun? Ya da “bitti” deyip kapatabiliyor musun? Yoksa, -ekranda karlanma da kalmadı ya- “Sinyal yok” yazısına mı baka kalıyorsun?
Söylesene, sen ne diyorsun?
Eline sağlık
Artık çok fazla kanal var görünsede gerçekte tek sesli, tek renkli yayın yapılmakta. Yani ortada bi sorun kalmadı veya çok daha büyük bir sorunumuz var…
Bu da başka bir soru(n)
Var ol dostum
Tercihlerinin olması avantajlı bir durum. Geçmişin hep iyi olduğunu sanırız. Niye öyle bir duygu oluşuyor ki… Mesela pazar sineması kuşağındaki kovboy filmleri. Rezil, ırkçı filmlerdi. Ama bayılırdık. Alternatifin yoktu. Kızılderililer kötü, kovboy pislik iyi öyle mi? Yedik bunları. Şimdi denk geldiğinde bakamıyorum bile. Hayat görüşüne, zevklerine uygun mecralarda dolaşıyorsun. Mesela şimdi olduğu gibi 🙂
Kara Şimşek ve diğerleri!!
Ne güzel tespitler, yüreğinize sağlık!