Muhafazakar olduğunu iddia eden toplulukların muhafaza ettiklerini sandıkları tüm şeylerin aslında kültür kökenli olduğunu ve kültürsüzleşirlerse yok olacaklarını fark etmemeleri, kendilerini ve “kültürlerini” koruduklarını zannederken, onun gelişmesini durdurup yok olmasına neden olmaları acınası bir sarmal.
Şanssızlığımız (!) iğne ucu kadar da olsa ışığı görmüş olmak. Ona aşık olan göz bir daha vazgeçemez. Acısa da, yansa da onu arayacaktır. Bilinç insanın en büyük yüküdür. Bir kere sırtladın mı, beynin kavrayış gücünü koruduğu sürece sen de onu sırtında taşırsın. Bir kere hayata dair kaygı duyan bilinç, artık dağdaki çoban olma şansını yitirmiştir. Bir yandan acı çeker, diğer yandan acısever bir hazla farkında olmayanlara acır. Al sana bir sarmal daha.
Dünyanın en köklü sosyokültürel yapısına sahip bir topluluğun, tarihin 600-700 yıllık bir döneminde, egemen olduğu toprakları bırak asimile etmeyi, gittiği yerlerde kendi asimile olarak, aydını “mon chére”leşip halkının Araplaşması, kadın – erkek birlikte at binip, birlikte toplumu ve aileyi yönetirken bunun acayip bir forma dönüşmüş olması, ama buna rağmen genlerindeki reflekslerle özünü ve kendini yine bulabilmiş olması, o büyük adamın dehasının yanı sıra, bu halkın sosyal genetiğinin ürünüydü. Aslanı istediğin kadar evcilleştir, aç bırakırsan çiğ et, hatta canlı et yiyecektir. Bu onun doğasıdır. Tıpkı 1. dünya savaşı sonrası, Kurtuluş savaşı veren “…bu cennet vatan…” gibi.
Yorulmak arada olabilir… Geçen zamana üzülmek de belki… Ama umutsuzluk ASLA…
Umut olun, inanç gibi… Ne güzel şey imkanlarla sevmek tüm imkansızlıkları… Sevgi, saygılarla hocam..