İlk anda bir kısa mesafe koşusuyla başladıysan,
Milyonlarca iribaş arasında “ille ben birinci olacağım” diye didindiysen,
Karşına çıkan yumurtanın duvarını biricik uzvunu kullanarak, baş vurarak delip, zorla döllediysen,
Bir de dokuz ay direnip kordonu sen göğüslediysen,
Yani ya, hayata geleceğim diye inadım inat, orta Afrika iki kanat diye ısrar ettiysen,
Kusura bakma paşacığım, yaşayacaksın.
Yok öyle anları ve tadını kaçırmak. Hiç kimse ve hiçbir şey için. İçinde bulunduğun anı güzel kılıp paylaşan varsa, sarılacaksın. Hem de, hiç tereddüt etmeden; “ay öyle mi olur, vay böyle mi olur, önceden şöyle miydi, sonradan nasıl olur ki?” demeden.
Mutlu oldun, aha gitti! Bir daha oldun, aha, o an da gitti. Hanende artı puan olarak yazar ancak.
Ama armutun sapı var değil mi? Armut işte! Bir halt olsa, en yakın muhatabı ayı olmazdı. Tabi üzümün de çöpü vardır bu arada… aaa ne ayııııp!
Sapıyla, çöpüyle sömüreceksin yaşamı. Kapa gözlerini… aç… ne oldu? İşte o kadar bir zaman “varsın” ile “vardı” arasında geçen.
Kaçtı mı, müflis tüccar hesabı, eski defterlerin içine düş de gör; orada sermayeyi “nah!” bulursun.
Gördün mü güzel insan(lar)ı? Sev.
Canından mı bezdirdi? Koyver.
Öyle sürprizler yapar ki yaşam, hiçbir şey beklemediğin bir anda, sokakta bile denk gelirsin; görecek gözün, yaşayacak gö.ün varsa.
O olmadı, bir “merhaba” ile evreni görürsün.
Biri “kardeşim” der, on sobadan çok ısıtır seni.
Hele bir de “iyi ki varsın” vardır ki, “asıl sen… asıl sen…” diye haykırırsın sessizce.
Anlamsız kaygılara kurban etme kendini; hele başkasına aitse, asla!
Zira, sen yaşamaya niyetliysen paşacığım, güzel kılanlar bitmiyor. Senin gibi azimle birinci olmuş milyarlarca iribaş eskisi var. İçlerinden biri çıkar, bir fincan kahveye kırk yıl kredi açar sana, şaşarsın.
Sahi, çok güzel olmaz mı şöyle kallavi bir kahve, kaleden Ankara’ya doğru? Belki elinde bir fotoğraf makinesi, kıskançlıkla hapsedersin o an gördüğünü, gözünden çok dar bir kareye.
Benim kahvem orta olsun; yanımdaki (?) sen nasıl içersin?
* * *