“Bir insanı sevmekle başlar her şey” demiş ya şair, uyan ey insancık. O kişi sen kendinsin. Sevmeyi öğrenmeye kendinden başlayacaksın.Tersi bir durumda, başkasını sevmeyi beceremezsin.
Dikkat et; kaç kişiyle düşünce tartıştırıyorsun ya da kimlerle sevişiyorsun demiyorum. Beyninin kıvrımlarında sana ait ollanların dışında kaç kişinin istek ve düşünceleri var? Bedeninde genetik olarak zorunluluktan taşıdığın başkalarından gelen özelliklerin dışında istek ve tercihlerin sandığın kaç kişinin dayatmasını yaşıyorsun?
Peki bunu sana kim ya da kimler yaptı?
Belki de kararsızlık yaşadığın anlardır bunu saptayacağın en güzel zaman. Bir şeyi istediğin halde yap(a)mıyorsan, ya da istemediğin halde kendini yapar buluyorsan bir an dur ve düşün :
İsteyen mi sensin, yoksa yap(a)mayan mı?
Gerçekten istiyor musun, yoksa “yapman gerektiği(!)” için mi o noktadasın?
Çok şey veriyoruz, çocuklarımıza ve sevdiklerimize. Çok şey bırakıyoruz çevremizdekilerin hayatlarına. Ama hepsi iyi mi? Biraz da işgalcilik değil mi acaba bu?
Öyle ya; kendi aklımı, tercihlerimi hallettim, sıra başkalarını düzeltmeye mi geldi? Belki de o, benim istediklerimi istemeyecek.
- “İnancın doğrusu budur” (O kadar çok ki. Hangisi? Hele hele, neden seninki?)
- “Bizim anlayışımız böyledir” (Bir dakika neden biz? o “biz”in çevresinde olmam benim kişisel anlayışımı yok edebilir mi?)
- “Bugüne kadar kim görmüş buralarda böyle bir şey?” (Şimdi görsünler. Atalar eriği şekere bansaydı, ben de mi mecbur olacaktım?)
- “Sen nasıl böyle bir şey düşünür ve yaparsın?” (Şimdi “Sana ne? desem, kırılacaksın. İyisi mi sorma böyle sorular)
- “Biz nerede hata yaptık da sen böyle oldun?” (Farkında mısın? “Neden kendin gibisin de benim gibi değilsin?” diye soruyorsun.)
- Biz düşündük (?), karar verdik; senin için doğrusu bu. (Ben de bir şeyler düşünmüş olabilir miyim?)
Bunlar ve benzeri sorularla beyninin kıvrımlarında sana ait olmayan ne kadar sızıntı var bir bilsen. İstediği iş yerine bambaşka şeyler yapanlar mı istersin, sevdiği yerine “uygun görülen”le yaşayanlar mı? Bırak bir şehri, bir sokaktan çıkmaya korkanlar mı istersin, kalmak isterken kendini dünyanın öbür ucunda bulanlar mı?
O kadar zor ki, yanında olmasalar da beynini ve bedenini seninle paylaşan sevgi dolu “asalaklar”ı fark etmek. Kendi beyninde olduğu için, kendini o zannediyorsun çünkü. Ne zaman isteklerin, yüklerinle çelişiyor, o zaman başlıyorsun acı çekmeye.
“Aslında ben böyleyim. Ama neden başka şey tercih ediyorum? Yapmamam gerek. Benim gerçeğim bu değil. Ama nasıl oluyor da istiyorum?” Bunun gibi git gellerle, beynin kafatasının bir o yanına çarpıyor, bir bu yanına.
Sana dayatılan hiçbir şey ya da bir sürünün iradesiz bir üyesi olmak zorunda değilsin. Sana verilenler kendi aklın devreye girene kadar seni koruyabilir. Ama aklın devreye girdiğinde tek terazin aklın ve ona eşlik eden vicdanın olsun. Neyse ki iyi ile kötüyü ayıracak ölçütler her zaman var. Birine yararken, başkalarına zarar vermeyen şey iyidir. Birine yararken, başkasına zarar veriyorsa, kötü. Kimseye yaramıyorsa, gereksiz. Bu kadar basit.
Sen bir şey isterken, birilerinin onu tercih etmiyor ya da etmeyecek olması senin isteğini kötü yapmaz. Senin onlardan başka bir şey istediğini gösterir sadece. Bu da ananın ak sütü gibi hakkındır.
Birileri çok istiyorken, sen istemiyorsan, bu da seni “uyumsuz, terbiyesiz, hain” etmez. İstemiyorsundur; o kadar.
O zaman bir bak kafatasının içine. Düşüneceğin, karar vereceğin alanlar olması gerek. Yoksa öyle bir boşluk, oralarda ha bire çeliştiğin fikirler sana ait olmayabilir dikkat et. Sistem bug’ları, virüsler, önceki sürümlerle uyumsuzluklar… pek çok şey olabilir.
Dur, sakin ol, karar ver. Sen ne istiyorsun? O ne der, bu ister mi, şu onaylar mı demeden. Zor; ama temizle beyin kıvrımlarını.
Şimdiye kadar toplum, aile, çevre, cemaat, kamuoyu, ot, çöp vs. için neleri kaybettin ya da kazanamadın bile? Yarın, “Eeee, bu içinde bulunduğun durumu isteyenlerin hiçbiri şimdi yok. Ama ben istemediğim bu halin içindeyim. Ne olacak şimdi?” dediğinde çok geç olmayacak mı?
Bırak, senin damarlarında kendi kanın aksın.
* * *