(Bu yazı çok isteyip de erişemediği ciğere “mundar” diyen kedilerin ilhamı ile yazılmış ve doğal olarak onlara ithaf edilmiştir)
“Oyunculuk” deyince ne anlıyorsunuz? Sahnede, perdede ya da ekranda izlediğiniz bir oyuncudan ne bekliyorsunuz? Bu soruları biri bana sorsa, “iyi bir oyuncudan hayranlık uyandıracak bir metamorfoz beklerim.”, diye cevap verirdim, Metamorfoz; yani TDK resmi sitesindeki “Güncel Türkçe Sözlük”teki Türkçe karşılığıyla “Başkalaşma”.
Metamorfoz sözcüğünü ve Türkçe’de “Başkalaşım” anlamına geldiğini Kafka’nın ünlü eseriyle öğrenmiştim. O zamandan beri, İngilizce’ye “The Metamorphosis” diye çevirilen “proměna”nın, Türkçeye “Değişim” ya da “Dönüşüm” diye çevrilmesini hep eksik ve güdük bulmuşumdur. Zira başkalaşım, önerilen her iki sözcükten de daha derinlemesine bir his taşır içinde.
Evet; ben de oyuncudan başkalaşmasını beklerim. Evindeki, sokaktaki, lokantadaki ya da herhangi bir alandaki “kendi”nden başka, oynamakla yükümlü olduğu rol kişisi çerçevesinde, yeni bir kimlik yaratmasını isterim. Hatta mümkünse seyirci başka bir yerde gördüğünde tanımakta güçlük çeksin; ya da şöhreti çerçevesinde oyuncuyu her şeyi unutarak bambaşka biri olarak izleyebilsin. Bunun için yapması gereken, sesiyle, bedeniyle iyi bir teknik sahibi olması, iç dünyasını bilgi ve gözlemle zenginleştirmesi, araştırma isteğinden hiç vaz geçmemesi ve elbette her yeni rolü, yeni bir mücadele, yeni bir heyecan alanı olarak görmesidir.
İyi bir oyunculuk eğitiminin, oyuncu adaylarına bu becerileri kazandırmasını bekleriz. Oyunculuğun bir sanat olup olmayışı da bu beceri ile belirlenecektir. Bir yaratıcı sürecin olmadığı eylemler için sanat tanımını kullanmak doğru olmayacaktır. Sanat eylemlerinde “icracı” olmak çok değerlidir; ama olsa olsa bir yazarın yazdığı, bir yönetmenin tasarladığı bir öyküde, sürekli becerileri dahilinde salt “gerekleri yapmak”, ancak zanaat olarak kalacaktır. Zanaat değersiz midir? Asla! Uzun yılların emek ve çabasını ardında taşıyan çok önemli bir beceridir. Ama sanatın ihtiyaç duyduğu “Yaratıcılık” kavramından uzaktır. Ustaca tekrarlanabilme niteliği taşır sadece.
Oyunculuk alanında bu “zanaat” erbabından çok görebilirsiniz. Hatta bunların bir kısmı “Büyük oyuncu” diye yer bile edinmiştir kendine. Bunlar, seyirciye sempatik gelen bir konuşma, sıcak gelen bir genel tavır tuttururlar. Ve ne oynarlarsa oynasınlar, role gitmek, onunla yeni bir insan ortaya koymak yerine rolü kendilerine benzetir, hepsinde o aynı tavrı sergilerler. Ama her yeni (!) projede, çok tanıdık, hatta git gide birbirinin aynı insanları izlemeye başlarız. Burada, mesleğin zanaat kısmını becerebilenler bir süre çok sempatik ve heyecan verici bile gelebilir. Ancak kültürsüzlüğü ile ön plana çıkan bir esnaf ile dahi bir bilim adamını neredeyse aynı davranış ve konuşma kalıpları, aynı tonlamalar, aynı hareketlerle izlemeye başladığınızda o meslektaşımızın (!) kabak tadı vermeye başladığını hissedersiniz. Hele bir de azıcık tanınırlık ve beğeni topladıysa değmeyin keyfine. Artık yeni hiçbir şey yapmaksızın oyunculuğun doruk noktasındadır (!). Yazarı tarafından hiç de öyle yazılmadığı, yönetmeni tarafından hiç de öyle düşlenmediği halde role gitmek yerine inatla rolü alıştığı, en iyi (belki de tek) bildiği, en güvenli limanlara çekiştirecektir. Yani kendine. Oysa sanat sıradandan kaçtığınızda, denemekten korkmadığınızda, aklın eşliğinde sınırları zorladığınızda ortaya çıkar.
Dedim ya; benim için bir metamorfoz işidir oyunculuk. Ne kadar becerebilirim, ne kadar beceremem onu benim takdir etmem olası da değildir, olanaklı da değildir, doğru da. Ama seyirci koltuklarına, yani bir tiyatro salonunun en zorlu yerine oturduğumda, benim için çalışılmış, seçilmiş, sanatlı, hayranlık uyandıracak ya da en azından haz verecek dramatik eylemler görmek, heyecanlanmak isterim. Muhtemelen yakından tanıdığım birini, bambaşka biriymiş gibi görebilmek, hatta o 1.5 – 2 saatlik sürede aslında kim olduğunu bile unutabilmeyi beklerim.
Bütün bunlar da tiyatro eğitiminin oyuncuya kazandırmış olması gereken “Başkalaşabilme” becerisine bağlıdır. Ama değerli olduğu kadar, tehlikelidir de oyuncunun başkalaşabilme becerisi. Eğer sağlam bir kişilik, yüksek bir kültürel birikim, yaşama dair net tercihleriniz yoksa, bu beceri boşlukları derhal doldurur. İçinden su boşalan sürahiye dolan hava gibi. İşte o zaman “Yaşamda Metamorfoz” yaşanır ki, sahnede eksik becerili olmaktan çok daha acı bir durumdur. Dönem ya da şartlar karşısında herhangi bir ahlak ya da tutarlılık ölçütü gözetmeden (araziye) uyum gösterir kişi. Bunlar, kraldan çok kralcı olmalarıyla göze batarlar. Kimi Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibi kendini bir böcek olarak bulur, kimi Ionesco’nun kişileri gibi baskıya itiraz etmeyip yavaş yavaş “Gergedanlar”a dönüşür, kimiyse Gyula Hay’ın “At”ındaki gibi gönüllü olarak beygirleşip, insanlığını kendi bile unutur hale gelir. Genellikle mutlak erkin karşısında bu tepkiyi göstererek, öncelerini bilenleri hayretlere gark edecek düzeyde başkalaşırlar.
Dilerim her oyuncu sahnede başkalaşabilecek beceri ve olanakları bulur, toplumumuz da sahne dışında Metamorfoz yaşayan omurgasızlardan bir an önce kurtulur.