Eski bir fıkra vardır; biraz tutucu bir kadın bir düğüne gitmiş. Oyun havaları başladığında onu davet edenleri, “Allah günah yazar” diyerek geri çevirirmiş. Bir süre sonra, belki biraz müziğin kıvraklığından, belki biraz ısrarlara dayanamadığından kendini göbek atanların arasında bulmuş. Bir yandan küçük küçük sallanıyor, bir yandan da ritme uygun mırıldanıyormuş; “allaaahııım, günaaah yazma… allaaahıııım, günaaah yazma…”.
Ritim yükselmiş, abla da yükselmiş, bakmış ki kollar iki yanda yükseliyor, başlamış biraz daha yüksek sesle konuşmaya; “biraz yaaaz, biraz yazma… biraz yaaaz, biraz yazma…”
Neden sonra davullar, darbukalar en kıvrak ritimlerin zirvelerine ulaştığında düğündekiler bakmışlar ki ablamız orta yerde, dört kol çengi, dönüyor. Bir yandan dayukarı bakıp bağırıyor; “ooooooohhhh… ister yaaaaz, ister yazma… ister yaaaaz, ister yazma.”
Demem o ki, fazla kasmaya gelmiyor. Hayata bir defa geliyoruz. Armudun sapı, üzümün çöpü diye o kadar çok anı kaçırıyoruz ki, bir daha yerine gelmesi de olanaksız. Oysa, müzik çalmaya, hayat akmaya devam ediyor. Yapılacak şey, kendimizi yaşamın akışına bırakıp, müziğin ritmine kapılmak için kendimize izin vermek.
Öyleyse, haydi şimdi eller havaya. Haydi bakalım;
“ooooooohhhh… ister yaaaaz, ister yazma… ister yaaaaz, ister yazma.”
* * *